MESOP FLASH : FREE ADEM UZUN (KNK) / Adem Uzun’a ‘komplo’ yapan savcı zan altında!

 MAXİME AZADİ – PARİS  – 4.6.2013 – Ortaya çıkan bir belge ve bilgiler Kürtlere karşı sansasyonel operasyonların arkasındaki Fransız savcı Thierry Fragnoli ile Fransız adaletini ciddi anlamda zan altında bırakıyor. Adem Uzun’a Fransız savcı tarafından bir komplo yapıldığı iddia edilirken, 9 Ocak’ta katledilen Fidan Doğan’ın eline geçen bir mail kopyası derin kuşkular yaratıyor.

Modern tarihte, Kürtler sürekli devlet aklını memnun etmek için pazarlık konusu yapıldı. Bunun en önemli örneği, 1923’teki Lozan Anlaşması’nda temsilini buluyor. Dönemin Avrupalı güçleri, Kürtleri çıkarlarına kurban ederek büyük bir stratejik hata yaptılar.

Fransa Kürt halkının demokratik taleplerine karşı ittifakların tersine dönmesinde çok büyük rol oynadı. Tarihin günümüzde de tekerrür etmesi için yoğun çabalar var.  Burada sözkonusu olan Kürtlere karşı silahlı bir savaş yürütmek değil.  Stratejik olarak görülen ve buradan hareketle de kaçınılmaz olarak değerlendirilen Türkiye’nin, daha modern bir çerçevede “terörizmle mücadele” adı altındaki güvenlikçi emirlerine ya da daha “ılımlı” haliyle taleplerine yanıt olmak yetiyor.  Gerekçesi ne olursa olsun, ister Ankara ile siyasi ve ekonomik çıkarlar, isterse de Batı’nın Kürt sorununda çözümsüzlük üzerine kurulu bir politikasından kaynaklı olsun,  Ankara tarafından ifade edilen “dilekler”, Fransa’da ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde Cenevre Sözleşmesi ile hakları koruma altına alınan siyasi mültecilerden oluşan Kürt demokratik hareketine karşı açık bir siyasi ve adli baskıya dönüşüyor. “Terörist örgütlere üyelik” suçlaması ile Kürt siyasetçi ve yöneticileri hedef alan gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşiyor, Kürtlerin meşru talepleri gözetim altında alınıyor, hiçbir ayrım gözetmeksizin “ayrılıkçı” veya “kurulu” uluslararası düzenin düşmanı olarak sunuluyorlar.

Bu modern anti-Kürt siyasi baskı kabul edilemez bir suçlama üzerine kurulu: Tüm siyasi Kürt organizasyonları, Avrupa ülkelerinin ulusal anayasalarınca güvence altına alınan tüzüklerinden bağımsız olarak yakından veya uzaktan PKK ile ilişkilendiriliyor. Bunun sonucu olarak da tümü illegal veya gayrı meşru olarak değerlendiriliyor: KNK, DTK, BDP, KCK, Kongra-Gel… kısaca Avrupa topraklarında faaliyet yürüten tüm Kürt örgüt, kurum ve dernekleri “şüpheli ve gözetime tabi tutulmalı” anlayışı ile hareket ediliyor.  Hiçbir temeli olmayan “bölücü” suçlamaları ile de bu dosya kapatılıyor.  Burada görülüyor ki Türk devletinin anti-Kürt yaklaşımının Avrupa hükümetlerinin eylemlerini belirliyor. Avrupa’da Kürtlere karşı yürütülecek anti-terör politikasının büyük hatlarını Ankara belirlerken, geriye Batılı hükümetlerin harekete geçmesi kalıyor. Kürt sorununun çözümsüz kalması da Batılı ülkeleri rahatsız etmişe benzemiyor.

Fransa açısından bu durum daha sarsıcı bir şekilde kendisini hissettiriyor. Kamuoyu önünde yapılan “hak savunuculuğu” gösterisinin ötesinde, Fransa’daki güvenlik servisleri, antiterör savcıları ve Türkiye arasında Kürtleri devletler arasındaki ilişkilere kurban eden tam operasyonel bir ittifak var.  Onlar için Kütlerin demokratik ve kolektif haklarının tanınmasının pek bir önemi yok. İkili ilişkilerdeki hamlelerin bedeli Kürtlere ödettiriliyor. Bunun için somut örnekler mi?

ADEM UZUN DAVASI

Çok geçmişe gitmeden, birincisi Brüksel merkezli Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üyesi Adem Uzun’un davası. Uzun 6 Ekim 2012’den bu yana Paris’teki “La Sante” cezaevinde tutuluyor. Hakkında net bir suçlama yok. Davasının başlamasını bekliyor.

Adem Uzun, 2008 ile 2011 arasında Norveç’in Oslo kentinde Türk devlet ile Kürtler arasında, soruna siyasi, şiddetsiz ve demokratik bir çözüm bulmak için yapılan doğrudan görüşmelere aktif olarak katıldı. Uzun, siyasi yöneticiler ve parlamenterlerden barışçıl bir çözüm ve Oslo sürecini desteklemeleri için yıllarca Avrupa ülkeleri arasında mekik dokudu.

Brüksel ve Strasbourg’daki Avrupa Parlamentosu’nda, “Avrupa Birliği, Türkiye ve Kürtler” başlıklı barış ve uzlaşının tartışıldığı konferanslara öncülük etmesinden ötürü yakından tanınıyor. 2011 yılı başlarında Oslo süreci sabote olunca, AKP iktidarı bu kez “Tamilleştirme” politikasını hayata geçirdi. Sri Lanka devletinin katliamla Tamilleri bastırması örneğinden hareketle Kürt sorununu da bastırmayı hedef olarak belirleyen hükümetin bu politikası ağır bir yenilgi yaşadı. Bir illüzyon olarak kalan bu politika, askeri açıdan sonuçsuz kaldı.

Oslo görüşmelerinin başarısızlığı ardından uluslararası alanda da karşılığını buldu. Amerikan Hazine Bakanlığı 20 Nisan 2011’de Ankara’nın da talebiyle Adem Uzun’u, üretilmiş ve gerçek dışı suçlamalarla “büyük uyuşturucu tacirleri” listesine aldı. Bu yaklaşımın temel amacı, özellikle Avrupa’da çalışan Kürt siyasi yöneticilerin tümünü gayrı-meşru hale getirmek olarak değerlendirildi.

Bu çerçevede Belçika makamları tarafından 2011’de Brüksel’de KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar ile Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal’a yönelik bir suikast planını boşa çıkardı. Zübeyir Aydar da, Oslo görüşmelerine katılanlar arasındaydı. Kürt hareketi, aynı dönemde Kürt yöneticileri hedef almak için Avrupa’ya bir suikast timinin çıkarıldığı yönünde kendilerine bilgi geldiğini daha sonraları açıklamıştı.  Burada şu hatırlatmayı da yapmak gerekiyor: 9 Ocak 2013’te Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez isimli üç Kürt kadın devrimcinin katil zanlısı Ömer Güney’in de Paris’teki Kürt toplumu ile temasa geçmesi aynı döneme denk geliyor.

Adem Uzun’a yönelik ise Fransız servisleri tarafından bir operasyon düzenlendi. Bu tutuklamaya ilişkin gelişmeler özellikle 2012 yılı başlarına dayanıyor. Alınan bilgilere göre Adem Uzun’un silah satın almaya çalışacağı yönünde Türk gizli servisleri tarafından Paris’e bir uyarı iletildi. KNK üyesi, uzun zamandır Avrupalı birçok servis tarafından izleniyordu ve tutuklana kadar da kişisel özgürlüğüne yönelik ciddi bir kısıtlama sözkonusu olmamıştı.  Diplomatik faaliyetleri kapsamında Hindistan, Çin, Latin Amerika ve birçok Avrupa ülkesinde parlamenter delegasyonlara eşlik etmişti. KNK adına diplomasi yürütüyordu.

ADEM UZUN’A KOMPLO NASIL GELİŞTİ?

Sözkonusu olan gizli bir faaliyet değildi. Tamamiyle açık. Ancak Fransız yetkililerin iddiasına göre 2012 yılında bir gün, Adem Uzun Paris’te, PKK’ye gönderilmek üzere silah satın almak arayışına girdi. Bunu da işlek Montparnasse semtindeki bir kafede gerçekleştirdi! Ati terör savcılarının talebi üzerine Fransız servisler Adem Uzun’u daha yakın bir takibe aldı. Konuya yakın bir kaynaktan alınan bilgilere göre Fransız servisler bu takip sırasında “hiçbir şey” bulamadı.  Sonrası ise şöyle gelişti: “Barışçıl diplomatik faaliyetleri dışında bir bulguya rastlamayan davadan sorumlu savcı, ek tedbirler almak gerektiği kanaatine vardı. Burada sözkonusu olan daha özel bir operasyon kararıydı. Adem Uzun ile bazı elçiler arsında bir görüşme organize edildi. Görüşmeyi tertipleyen Fransız servislerdi. Bu görüşmeyi yeterli bulan savcı, Batı Kürdistan üzerine Fransız Parlamentosu’nda düzenlenen bir konferansa katılmak için Paris’e gelen Adem Uzun’un 6 Ekim 2012’de gözaltına alınmasını sağladı.”

Adem Uzun’un tutuklandığı tarih de tesadüf değil. Şaşılacak bir siyasi-diplomatik ortamda gelişti.  2012 yılı Eylül ayı sonunda Adem Uzun’a yönelik savcı Thierry Fragnoli tarafından soruşturma yürütüldüğü sırada, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, PKK’ye karşı mücadelede Türkiye’ye yardım etmediği iddiasıyla Fransa’yı suçladı.  Erdoğan, “Açık söylüyorum Almanya ve Fransa bize yardımcı olmuyorlar. Terörist başlarına cirit attırıyorlar. Finansal destek veriyorlar. Suçluların iadesi nerede” dedi.

SAVCI NEDEN KENDİSİNİN HEDEFLENDİĞİ HİSSİNE KAPILDI?

Alman veya diğer Avrupalı meslektaşlarının aksine Fragnoli, Erdoğan’ın bu açıklamasına anında yanıt verdi. 1 Ekim 2012 günü saat 09.12’de , Fagnoli Ankara’daki Fransız Büyükelçiliği memurlarına ilginç bir mail çekerek, elçiliği Erdoğan’a derhal yanıt vermeye davet etti. “Dünden beri öfkemi dindiremiyorum” diye yazan savcı Fragnoli, şöyle devam ediyordu: “Türk büyükelçiliğindeki muhataplarıma hiç de diplomatik olmayan deyimlerle ne düşündüğümü söyledim (…)Erdoğan’ın sadece sınırdışılardan bahsettiğini anlatarak olayı minimize etmeye çalışıyorlar… Oysa genel olarak konuşuyordu, sadece sınırdışılarla ilgili değil. Sonuç olarak onlar memnun olmadıklarında ağızlarına geleni söylüyorlar.”

Türk medyası tarafından da yayınlanan ancak savcı tarafından herhangi bir şekilde yalanlanmayan aynı açıklamada, Fragnoli  “2006’dan bu yana PKK militanlarının en fazla gözaltına alındığı, yargılandığı, mahkum edildiği ve hapsedildiği tek ülkenin Fransa olmasından” duyduğu memnuniyeti de dile getiriyordu.  Fragnoli, diğer 3 savcı arkadaşı ve bir de yardımcı hakimin yarım zamanlı bu işle ilgilendiğini söylerken,  28 komiserin sadece PKK konusunda çalıştığını sözlerine ekliyordu.

Hem siyasi açıdan hem de mesleki olarak bu açıklamaya kabul edilebilir bir dayanak bulmak mümkün değil. Peki neden savcı kendisinin hedeflendiği hissine kapıldı?

SAVCIDAN İLGİNÇ BİR MAİL

Adem Uzun, savcı Fragnoli’nin talebi üzerine, sözkonusu mailden sadece birkaç gün sonra operasyona maruz kaldı. Bu mailin bir kopyası Aralık ayında, KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan’ın eline geçti. Doğan, Paris’te katledilen üç kadın devrimciden biriydi. Savcının maili, daha sonra Fransızca yayın yapan Kürt eksenli internet haber sitesi AktuKurde’ün eline geçti. Öyle anlaşılıyor ki, Uzun’un tutuklanması ile Erdoğan’a yanıt verilmiş oldu. 6 Ekim 2012’de, Uzun’un gözaltına alınması ardından Fransız medyasında yer alan haberlere göre bir polis kaynağı “Önemli bir davadır” diyerek, PKK’nin siyasi ve lojistik kolları arasındaki ilişkiden bahsediyordu. Bu yaklaşım da Amerika Hazine Bakanlığı ile Türk makamlarının suçlamaları ile tamamen örtüşüyordu.

FRANSIZ GAZETEDEN SAVCIYA TARAFSIZLIK HATIRLATMASI

Fransız mizah gazetesi “Canard Enchaînée”, 19 Aralık 2012’de savcının açıklamasına ilişkin “Savcı büyükelçiliği terörize ediyor” başlığı ile bir haber yayınladı. Haftalık gazete, savcının icra ettiği mesleki alana dikkat çekerek, onun “ne Dışişleri Bakanı, ne büyükelçi, ne diplomat olmadığını, yürüttüğü çalışmasının tartışmasız bir tarafsızlık gerektirdiğini” hatırlatıyordu.

MAXIME GAUIN İLE ŞÜPHELİ İLİŞKİLER

Sözkonusu mailin basına yansımayan bir başka yönü de var. Türkiye’deki Fransa Büyükelçiliğine bu mailin gönderilmesinden sadece iki saat sonra,  aynı mailin bir kopyası 1 Ekim 2012’de saat 11.32’de  Maxime Gauin isimli kişiye şu dostane not ile gönderildi: “Kendine iyi bak.”

Fragnoli’nin basında yer alan açıklamaları ile bir kopyası Maxime Gauin’e gönderilen mail tamamen aynı. O halde soru şu: Mailin birinci bölümü gerçek ise, yayınlanmayan ikinci bölüm neden gerçek olmasın?

Fransız bir öğrenci olarak Ankara’ya giderek eski büyükelçi Özdem Sanberk’in yönettiği Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) ile bağlantı kurarak burada çalışan Maxime Gauin, aynı zamanda inkarcılar ve ırkçı-milliyetçi kesimlerce değer gören  “Turquie News” sitesini de yönetiyor. Bu site açık bir şekilde Kürt ve Ermeni karşıtı yayın yapıyor. Kendisini bir araştırmacı –tarihçi olarak tanıtan Gauin, Türkiye’deki insan hakları ihlallerini eleştiren, Kürtler veya Ermenilere ilişkin yayınlanan yazı ve haberlerin altına sistematik olarak provokatif yorumlar yapmaktan da kaçınmıyor.

Bir süre önce Fransız İç İstihbarat Merkezi Müdürlüğü (DCRI) adına bir rapor internet ortamına sızdı. Fransa’daki Türk milliyetçi organizasyonları ve kişileri deşifre eden raporun sahte olduğu anlaşılsa da, içerisindeki bilgiler fotoğraflarıyla birlikte gerçekleri anlatıyordu. Bu raporun Gauin tarafından Ermeni toplumunu zan altında bırakmak için yayınlandığı iddiası da var. İlginç olan, rapor Hrant Dink’in katili Ogün Samast kod adı ile ABD’de yayınlandı.  Gauin bu raporda ismi verilmeden DCRI’nin “muhbiri” olarak tanıtılıyordu. Türk makamları tarafından Kürtlere ve Ermenilere karşı anti-propaganda aracı olarak kullanılan bu öğrenci, Türkiye’de birçok konferansa da davet ediliyor. Aynı raporda, bu kişinin Fransa’nın Tel Aviv’le anlaşmaları çerçevesinde İsrail servislerine de bilgi verdiği iddia ediliyor.

Burada önem kazanan soru şu: Bir Fransız anti-terör savcısı neden böyle bir çevre ile bilgi alışverişinde bulunur? Kürtlerin tüm faaliyetlerini izleyen Fragnoli’nin Gauin hakkında bilgi sahibi olmadığı iddia edilebilir mi? Neden, Türk istihbarat teşkilatı ile aynı ismi taşıyan Fransa’daki “MİT” radyosunun sunucusu olan Maxime Gauin ile böyle bir iletişim var?

BİR DEVLET İŞİ

Tüm bu bilgiler Adem Uzun’un tutuklanmasının gerçekleştiği koşullara ilişkin ciddi soru işaretleri bırakıyor. Benzer davalardaki tecrübelerden hareketle, bu dosyaya olası müdahalelere ilişkin soruşturmanın gerekliliği ortada. Başka ülkelerin gizli servislerinin bu dava ile ilgilerinin olmadığı konusunda emin olunabilir mi? Herkesin bunu sorgulama hakkı var. Adalet Bakanı Christiane Taubira ve İçişleri Bakanı Manuel Valls, bu davaya daha yakından bakmalı.  Burada söylenecek en az şey, Adem Uzun davasının bir devlet işi olduğudur.

SEVİL SEVİMLİ KARŞILIĞINDA 17 KÜRT MÜ?

Fransa’da Kürtlere yönelik operasyonlardaki hukuksuzluğa ve Kürtlerin nasıl bir pazarlık konusu yapıldığına ilişkin bir başka örnek ise Fransız-Kürt öğrenci Sevil Sevimli davası. Sevimli hakkında hiçbir delil yokken Türkiye’de tutuklandı ve 15 Şubat 2012’de beş yıl iki ay hapis cezasına çarptırıldı.  Mahkeme Sevimli’nin yurtdışına çıkmasına izin verdi. Üç gün öncesinde, yani 12 Şubat 2012’de Fransa’da 17 Kürt düzenlenen eş zamanlı operasyonlarda gözaltına alındı. Bu operasyon Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ile Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu’nun Paris’te görüştüğü sırada gerçekleşti. Görüşmenin konularından birisi Sevil Sevimli dosyasıydı.  17 Kürdün iki dışişleri bakanı arasında görüşmenin yapıldığı sırada gözaltına alınması tesadüf olabilir mi? Davutoğlu’nun memnun etmek için ve belki de Türk makamlarını haksız bir şekilde tutuklanan ve 20 Şubat günü Fransa’ya dönen Sevimli davasında esnetmek için Kürtleri mi gözaltına almak gerekiyor?  Gözaltına alınan Kürtlerden 11’i hakkında 18 Şubat 2012’de dava açıldığını not ederek soruları sınırlandıralım.

ANTİ-KÜRT ANLAŞMA

Üçüncü örnek Fransa ile Türkiye arasında 7 Ekim 2011’de imzalanan güvenlik işbirliği anlaşması ile ilgili. Eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde bu anlaşma imzalandı ancak sosyalist hükümet döneminde de 1 Ağustos 2012’de yeni Başbakan Jean Marc Ayrault tarafından parlamentoya sunuldu. Her ne kadar bu anlaşmanın parlamentoda tartışılması yoğun bir kampanya sonucu ertelense de henüz iptal edilmiş değil. Bu anlaşma insan hakları ve temel özgürlükler konuşunda ciddi boşluklar içeriyor. Anlaşma “terörizm”e ilişkin herhangi bir tanım yapmazken “terörist” olarak değerlendirilen eylemleri de listelemiyor. Yine, istihbarat paylaşımı konusunda kişisel karakterdeki verilerin paylaşımını da açık bir şekilde dışlamazken, özellikle sınırlarını belirlemeden “kitlelerin demokratik idaresi” alanında polisiye işbirliği öngörüyor. Anlaşmada açıkça Fransa’daki Kürtler ve örgütlerinin faaliyetlerinin sınırlandırılmasının amaçlandığı anlaşılıyor.

Sonuç olarak, Fransa’nın Kürtler konusundaki anti-terör politikasını gerçek anlamda kim belirliyor? Bu politikanın Kürtlerin Fransa için potansiyel bir tehdit oluşturduğuna ilişkin açık bir temeli mi var yoksa siyasi ve diplomatik taleplere mi yanıt veriyor? Fransız adli mekanizması ve anti terör soruşturması, tarafsız ve özgür bir çalışmayı güvenceye almak için mesleki garantiler ve bağımsız soruşturma için gerekli tüm koşullara yanıt veriyor mu?

Paris’te 9 Ocak 2013’te üç Kürt kadının hayatını kaybettiği katliama ilişkin yürütülen soruşturma da göz önüne alındığında, bu sorulara cevap önem arz ediyor. Bu olay ilkin PKK içinde bir “hesaplaşma” olarak yansıtıldı.  Aradan dört ay geçmesine rağmen yetkililer cephesinde olaya ilişkin aydınlatıcı herhangi bir gelişme yaşanmazken, katliamın psikolojik sağlığı bozuk bir kişi tarafından gerçekleştirilen münferit bir olaya dönüştürülmesi endişesi var. Ancak katil zanlısının 2012 yılı içerisinde Türkiye’ye yaptığı çok sayıda seyahat, kolay bir şekilde giriş çıkış yapması ve diğer bir çok soru işareti, Ömer Güney’in “karanlık ilişkilerine” işaret ediyor.  Paris katliamı üzerindeki tüm gerçeklerin aydınlatılması Fransız makamları açısından büyük bir sorumluluk olarak duruyor. Bu olayın hem adli hem de siyasi açıdan aydınlatılması Fransa’nın güvenilirliğine bağlı. Fransa, Adem Uzun davası ve Paris katliamında gerçekleri ortaya çıkararak, adaleti sağlayarak ve Kürt sorununun demokratik çözümü lehine açık bir pozisyon alarak, bugün Ortadoğu’da kaçınılmaz bir güç haline gelen Kürt halkının güvenini kazanabilir.

http://www.firatnews.eu/news/guncel/adem-uzun-a-komplo-yapan-savci-zan-altinda.htm